DEVRİMCİLER ÖLMEZ

Çirkin Kral 61 yaşında

Yılmaz Güney'in 61. yaşının kutlanacağı bu hafta onun sineması ve politik kişiliği üzerinde çok durulacaktır. Ben burada Çirkin Kral’ın daha erken dönemine ait, unutamadığım birkaç sahneyi aktararak, onu "delikanlı" yüzüyle anmak istiyorum.

 

İlk sahne, Yılmaz Güney'in 1970'lerde önüne gelen her teklifi kabul ederek, sıradan filmlere imza attığı dönemden... Kumar borçları birikmiş, ünlü kabadayılarla dostluğa başlamış. Cebinde metelik olmadığı halde Şişli'de bir kumarhane açmış. O gergin günlerde eşi Nebahat Çehre, yaşadıklarından bıkıp bir trene atlayarak kaçmaya kalkışmış.

Öykünün devamını Atıf Yılmaz, "Söy­lemek Güzel­dir" kitabında Yılmaz Güney'den naklen anlatıyor.

"Durumu fark eden Yıl­maz, arabasına atladığı gibi trenin peşine düşüyor ve İnönü civarında­ki demiryolu geçidinde trenin önünü ke­siyor. Arabayı ezmeden durmayı başaran makiniste de bir selam çakıp trene atlı­yor. Ne olup bittiğini anlamaya çalışan yolcuların arasından geçip Nebahat'i bu­luyor. Otomobiline atıp uzaklaşıyor. Böy­lece Nebahat'e duyduğu aşkı da kanıtla­mış oluyor."

 

* * *

 

O dönemden bir başka sahneyi Ah­met Kahraman, "Yılmaz Güney Efsane­si" kitabında aktarır:

"Çirkin Kral olduğu dönemin başla­rıydı. Şişli'de oturuyordu. Oturduğu apartmanın karşısında gece kulübü, pav­yon arası bir eğlence yeri vardı. Bazen evde içki bitti­ğinde telefon edip gece kulübünden isteyebiliyordu.

Bir gece yarısı yine konukları geldi. Evde de ikram edi­lecek içki yoktu. Pavyonun telefon numarasını çevirdi. Kendini tanıttı. Bir şişe viski istedi. 'Hay hay' dediler.

Yarım saat geçtiği halde içki gelmeyince yeniden tele­fon açtı. Baktı yine yok, dolaptan tabancasını aldı, pencereyi açtı. pavyon hemen karşıdaydı. Kapısına doğrulttu tabancasını... Ardı ardına birkaç kez tetiği çekti. Tabanca sesleri üze­rine pavyonun yöneticileri, garsonları kapıya fırladılar. Ne oluyor diye etrafa bakınırken, Yılmaz Güney yu­karıdan bağırdı:

-" Kapıyı ben çaldım, bana bir şişe viski gönde­rin."

İki dakika sonra kapı çaldı, viski geldi. O, konuk­larına gülümseyerek 'Her insanla anladığı dille ko­nuşmazsan anlaşamazsın' dedi."

 

* * *

 

Her okuyuşumda beni kahkahaya boğan bir sahne de "Alageyik" filminin çekimlerinden...

Yine Atıf Yılmaz anlatı­yor:

"Çekimler sırasında ya­pım yönetmenimiz Şeref Gür'ün öncülüğünde Antalya pavyonlarına dadanıyoruz. Pavyonda çalışan konsomat­ris bir kız, bir süre hayatımızın odak noktası oluyor.

Malum hikâyelerden biri: Filmlerde küçük roller oyna­yan kızcağız ilk anda cazip gelen teklifler alıp Antal­ya'da bir pavyonda çalışmaya başlıyor. Borçlandırılıyor.

Evine dönmek isteyen kızı pavyoncular çeşitli tehditler­le Antalya'ya hapsediyorlar. Hoşluk olsun diye masaya konsomasyona çağırdığımız kız, ağlayarak durumunu anlatınca bizimkilerin erkeklikleri kabarıyor. Kızı kaçı­rıp bizim otelin bir odasına yerleştiriyorlar. Bir gece barcılar ve fedailer oteli basıyorlar. Devreye hemen Yıl­maz giriyor. Barcı takımını püskürtüyoruz. Ok yaydan çıkmış bir kere... Baskına baskınla cevap vermek lazım: Barı basmaya karar veriyoruz. Elimizde filmde kullandığımız tarihi çakar almaz tabancalar, piştovlar, hançer­ler var. Yılmaz'ın liderliğinde herkes silahlarını kuşanı­yor. 'Bizim elimizden kız almak ha' deyip pavyona doğ­ru yola çıkıyoruz. Pavyona dalıyoruz ki, ortada orkestra elemanlarının dışında kimsecikler yok. Kavga için birik­tirdiğimiz enerji açıkta kalıyor. Yılmaz orkestraya bir halay çalmalarını emrediyor. Mendilini çıkarıp başa ge­çiyor. Orkestra tek bildiği havayı çalmaya başlıyor: Lorke... Şöyle bir saat kadar halay çekip birikmiş enerjimizi boşaltarak otele dönüyoruz."

Nice yıllara Yılmaz Güney... Nice yıllara!            

 
Bugün 4 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol